Güven, korku ve çekinme duygusu olmadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat, yüreklilik, cesaret (TDK) anlamlarına geliyor. Özgüven ise, “insanın kendine güvenme duygusu” olarak sözlükte yer alıyor.
Bu şekliyle baktığımızda, güven ‘korku’nun karşıtı oluyorsa, öz güven ise bir anlamda, ‘kendinden korkmamanın’ veya ‘kendinde olandan ve olmayandan’ korkmamanın bir ifadesi diyebiliriz belki, kendinle ilgili cesur olmak!
Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik kitabından birkaç satır alıntılamak istiyorum;
- “korku kötülüğün gelmesinden çekinme durumudur… Ancak, cesaret durumu farklıdır, bazı şeylerden gerçekten korkmamız gerekir, bu anlamda korkmak güzel bir şeydir, korkmamak ise kötüdür.”
- İnsanların korkması gerektiği şeylerden gerektiği oranda korkmalı, güzel şeyler uğruna duruma katlanmalıdır…
- O halde cesur insanlar cesarete uygun davranacaklardır ve bu tür eylemlerde bulunacaklardır
Buradan ne anlıyorum, korkmak doğal bir şey, cesaret ise korkmamak değil, aksine gerektiği oranda korkmak ve bu korkuya rağmen eyleme devam edebilmek.
Gene Rollo May, Yaratma Cesareti’nde Kierkegaard, Nietzsche, Camus ve Sartre’a referansla şöyle der: “cesaret, daha çok, umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.”
Gene May’in kitabında, cesaret kelimesinin Fransızca “kalp” anlamına gelen, cæur ile aynı kökten geldiğini belirtiyor ve “kalbin kollara, bacaklara ve beyne pompaladığı kan ile tüm diğer organlara kazandırdığı işlev gibi, cesaret de tüm psikolojik erdemleri olanaklı kılar. Cesaretin yokluğunda diğer değerlerden, çürüyen erdem müsveddeleri olarak söz edilebilir.” Hayatta kalmanın, var olmanın, harekette kalmanın ön şartı haline geliyor cesaret.
“Eyleme devam edebilmek” ve “hareket halinde olabilmek”nin altını çizmemiz gerekir. Çünkü sonuçta “kendine güven” ‘var ya da yok’ bir olgu olmaktan öte, kendine güvenin varlığı ya da yokluğu ile ne yaptığım bağlamında bir anlam taşıyor. İki olasılığa bakalım burada;
Birincisi; Kendime güveniyorum ve bu güvenden hareketle bir eylemde bulunuyorum ve bunun sonuçları oluyor doğal olarak. Belirli bir korku hissediyorum, buna rağmen kendime olan inancımı korumak için çaba harcıyorum ve cesaretle güzel bir eyleme girişiyorum ve sonuçlarını alıyorum. Bu sonuçların pozitif olma ihtimali yüksektir ki olmasa bile kendinle barışıklıktan dolayı ilerleme adına bir geri bildirim olarak kabul edilecektir ve her türlü bir ilerleme söz konusu olacaktır.
İkincisi; Kendime güvenmiyorum ve bu güvensizlikten hareketle eylemsiz kalıyorum (ki eylemsiz kalma eylemi olarak tanımlayarak bunu da eylem olarak sınıflandırabiliriz) ve elbet buradan kaynaklanan bir sonuç veya sonuçsuzluk söz konusu oluyor. Bu durumda, korku bir şekilde dikkate alınan bir olgu olmanın ötesine geçip bizi yöneten, bizim eylemlerimizi bizzat şekillendiren bir duyguya dönüşüyor. Burada alınacak sonuçların (veya “hiç sonuç”un) ise çok da pozitif olmasını bekleyemeyiz. Bu durumda ise elbet bir kendini koruma mekanizması sonucunda, bahaneler, gerekçeler, gerekçelendirmeler,- olacaktır. “Kendine güven” kendimizden çaldığımız bir minare ise, bu çalınan şeye karşılık hazırlanmış bir kılıf elbet hazır bulanacaktır. Bunun başka bir ihtimali yok, çünkü kendimizi her durumda korumaya koşullanmış durumdayızdır.
Konuyu başlık etrafında toparlamaya çalışırsam şunu diyebilirim: kendine güven, korkulara rağmen ve korkuyu dönüştürerek hareket etme ve yaratarak var olma cesaretidir.