Özgüven, medeni cesaret ve girişkenlikle sıkça karıştırılan bir kelime. Anneler çocuklarına özgüven aşılamaya çalışırlar ve onları girişkenliğe iterler. Bu daha sonra karşımıza erkek kısmısının arabayla kaybolmuşken “yol soramama” açmazını getirir. Özgüvenli çocuk yetiştirmekle, girişken çocuk yetiştirmek çok farklı iki şey. Özgüvenli çocuk, “beni, ben olduğum için seviyorlar” der, sevilmek için bir girişkenlikte bulunmasına gerek yoktur.
Kabaca özgüven, kişinin kendini koşulsuz sevebilmesi. Her ne yaparsa yapsın-yapmasın, kendinden yana bir derdinin olmaması, kendiyle hemhal olma hali. Bu haliyle özgüven, kendiyle karşılaşmaktan çekinmemek, korkuya (kendiyle karşılaşma korkusuna) rağmen ilerleme kaydedebilmek demek.
Ne ki ana akım popüler kültür savları buna da el atmış durumda. “Yaparsın, edersin, sakın vazgeçme, pes etme” söylemleri havalarda uçuşuyor. Kişisel gelişim denilen şey içten dışa doğru olduğunda KALICI olabilir, öteki türlü kısa süreli bir iyileşme hali dışında elde tutulur bir şeyden bahsetmek mümkün olmaz. “Özgüven kazanmanın 10 yolu” gibi başlıklarda satılan kitaplar genelde yüzeysel direktiflerle insana KARŞILAŞMA umudu aşılar.
Korkmadan kendine bakabilen, korkuya rağmen kendine bakabilen, her durumda kendine bakabilen özüne güvenmeyi öğrenir. Her koşulda ve durumda kendinizi kabul edip sevebiliyorsanız bu güveni yaratabilirsiniz.
Özgüven kazanmanın yolu, başarılar, mevkiler elde etmek, her sınavdan başarıyla çıkmak değildir. Özgüven kazanmanın yolu her ne olursa olsun kendini DOĞAL ve İÇTEN bir şekilde sevebilmeyi öğrenmekten geçer. Bunun için de kendi içimize bakmaktan çekinmememiz gerekir.
Rollo May, Özgürlük ve Kader kitabında bundan bahseder. İnsanın kendi hikayesini kabul etmesi, kendini ve hikayesini kabul etmesi. Kadim deyişlerde de bunu görebiliriz: “yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmez”. Hem yumurtanı hem kabuğunu içten bir şekilde beğendiğin gün. Özüne güvenmeye başlarsın.
Merhaba, ben Özgür Doğan. Çocukluğum küçük bir Akdeniz kasabasında geçti. Portakalın turuncusunu, denizin tuzunu sevmeyi orada öğrendim. Boğaziçi Üniversitesi’nde matematikle, şiirle ve romanla tanıştım. Tercihimi şiirden, romandan yana kullandım -matematik bu duruma biraz alındı tabii-. Güneşli bir pazar günü reklamcı olmaya karar verdim. Telaffuzu zor yabancı ajanslarda, telaffuzu kolay yerli ajanslarda reklamcılık yaptım (reklam yazarı, tasarımcı, yaratıcı yönetmen sıfatlarıyla). 1’i yurtdışında, 3’ü yurtiçinde 4 reklam ajansı kurdum. Hamburg’da meşhur bir Alman reklam ajansında yaratıcı yönetmen olarak çalıştım. 50’nin üzerinde müşterim oldu. Mercedes-Benz, Nestle, Pepsi, Procter&Gamble, Unilever bunlardan birkaçı. İngiltere’ye taşındım, orada sous-chef'lik ve kuryelik ve sonunda reklamcılık yaptım. Medeniyetin tuhaf mayası bende tutmayınca Türkiye’ye geri döndüm.
Şimdi hem reklamcılık yapıyorum hem de eğitimler, atölyeler düzenliyor; konuşmalar yapıyorum. Konuşma konularımı yaratıcılık, inovasyon, markalama, içgörü-öngörü avcılığı, tüketici davranışları oluşturuyor. İnsan coğrafyasının nereye gidebileceğine dair tahminlerde bulunmaya çalışıyorum. (Bu arada konuşma konularıma şuradan ulaşabilirsiniz.)
Bir de Özgür Doğan ad-soyad kombinasyonu çok sık rastlanan bir kombinasyon olduğu için theozgurdogan'u kendime sosyal medya ismi olarak seçtim. Örneğin Twitter, Facebook ya da Instagram'da beni bu isimle bulabilirsiniz. ICF (International Coaching Federation / Uluslararası Koçluk Federasyonu) onaylı bir koçluk programının ilk aşamalarını yeni bitirdim. İlişki koçluğu ve yönetyici koçluğu üzerine uzmanlaşmayı düşünüyorum. Arkadaşım Ali ile yaptığımız (bazen kendi kategorisinde Türkiye'de ilk 5'te yer alan) Hayati Mevzular isimli bir podcast kanalımız var. Bir de bana ne iş yapıyorsun diye sorduklarında, işim roket keşif-bakım-onarım işi, diyorum. (Çünkü hepimizin içinde bir yaratıcılık roketi olduğuna inanıyorum.)
Tüm gönderileri ozgurdogan ile görüntüle
“Özgüven (S1B4 – Özgür’ün Yazısı)” için bir yorum